Sevgili Helin,
Pelin'e Mektuplar adındaki internet sitesinin yazılarını okudukça kuşkularım artıyor. Galiba hain meslektaşım Öteki'ni boşuna suçluyorum. Bütün bunları ben yazmış olabilirim. Kendime olan güvenim o kadar yıkıldı ki, sözle anlatamam bunu sana. Ne yapacağım ben? Sanrılarım, kabuslarım giderek artıyor. Söylemeyi unuttum... Geçenlerde yine annemi gördüm. Daha doğrusu kadının birini, önce anneme benzettim. Başında yemenisi, sırtında siyah yeleği, bacağındaki çiçekli şalvarıyla, annem gibi orta boylu görünen bir kadın, yüz metre ileride okulun kapısı önünde durmuş, üzgün gözlerle bana bakıyordu. Bir süre daha durduktan sonra ayağındaki yeşil renkli naylon terlikleri sürüyerek, ara sokaklardan birine doğru uzaklaştığını gördüm. Mevsim bahar ama, nicedir baharı, ağaçları gördüğüm, kuşların sesini duyduğum mu var? Sadece trafiğin uğultusu duyuluyor buralarda. Yakında bütün kuşlar, köpekler, kediler gitse yeridir. Ama gitmiyorlar, özellikle serçelerle güvercinler, kedilerle köpekler inatla bizleri terk etmemeleri bana o kadar ilginç geliyor ki. İsteseler yürüye yürüye daha güzel bir ülkeye gidemezler mi? Herhalde onların sınırı geçememek gibi bir sorunu olmasa gerekir, ama gitmiyorlar işte. Sevdikleri bizmişiz gibi yanımızdan uzaklaşmıyorlar. Ben onların yerinde olsam çeker giderdim. Ne bileyim, Almanya'ya giderdim mesela... Aslında kafeste gibiyim... bak ne diyeceğim... gerçek şu: köpek de olsam bir yere gidemem. Cesaretim yok... Kendi ülkesine sığamayan birinin başka ülkeye sığması mümkün mü? Türk ve Müslüman biri olarak nereye gitsen aşağılanırsın. Kendi ülkenin kadınlarından ilgi görmemişsin, başka ülkenin kadınları yüzüme bile bakmaz. Zehir gibi, buz gibi yalnızlıklar yaşarım. Kokmuş cenazemi, güneş görmeyen bir bodrum katında aylar sonra bulurlar... Neyse...
Bunları düşünüyordum ki, gözüme o kadın ilişti. Otuz beş, kırk yaşlarında gösteren kadını gördüm ya Helinciğim, belki inanmayacaksın... Burnuma bir yerlerden annemin kokusu geldi. 'Annenin kokusu mu olurmuş, ' deme sakın. İnsan çocukluğunu hatırlamaya görsün, o koku kendiliğinden gelir. Gerçekten bu koku, bu yüz, bu yürüyüş, kadının üzerinde gördüğüm giysiler anneme aitti. Nasıl olduysa ardı sıra yola koyuldum. Ayaklarım kontrolünü kaybetmiş, kadının peşi sıra yürümeye başlamıştı. Bunu yaptığıma inanmasam da yürümeye devam ettim. Kadın hâlâ takip etmiyormuşum gibi arkasına bakmıyordu. Acaba yanlış mı görmüştüm? Bunca yıldan sonra bir insan annesinin gençliğini hatırlayabilir mi? İnsan insana benzemez mi Helinciğim. Nedir bendeki bu ısrar, bir takıntının peşinde sürüklenip gitmeler, anlamış değilim. Daha yakından görebilmek için inat ettim ya, başka bir yoldan önüne çıkabilir miyim diye düşünmeye başladım. En iyisi hızlanmak, sonrada çaktırmadan geri dönmekti. Yine ayaklarım benden emir almaksızın hızlanarak yürümeye devam etti. Marketin önünde durup meyve sebze tezgahlarına bakarak oyalanmaya başladım. Kadın da markete doğru yürüyordu. İyice yaklaşınca başımı kaldırıp bir daha yüzüne baktım. Yanılmamıştım. Bu yüz tıpa tıp annemi andırıyordu. Dedim ya genç bir kadındı. Otuzlu yaşlarında ancak vardı. Atmış yaşına merdiven dayadığıma göre, ölmüş annemi, hem de çocukluğumdaki genç haliyle görüyor olamazdım. Elbette rüyalarda olacak bir durumdu bu. Belki birazdan uyanırım diyordum. Hayır öyle olmadı. Kadın gülümseyerek yanıma geldi.
-Siz rehber öğretmen misiniz? diye sordu.
-Evet dedim.
Beni tanıdığını, rehberlik servisine gelmek istediğini, bir türlü vakit bulamadığını, üçüncü sınıfa giden oğlunun çok yaramaz olduğunu, kavgaya karıştığını, çevresine çok zarar verdiğini söyledi.
Be